Ne kadar açığız?
Türkiye ile Almanya arasında bir köprü... 2018 İstanbul Bienali’ne neden Münih’te devam edildiği hakkında.

Deutschland. İstanbul Binali’nin boykot edilmesi, bir seçenek değildi. Kimileri Türkiye’deki siyasi olağanüstü hal nedeniyle böyle bir talepte bulunmuşlardı. Oysa 2017 yılında „a good neighbour“ başlığıyla Türkiye’daki büyük sanat sergisinin sorumluluğunu üstlenen Danimarkalı Michael Elmgreen ve Norveçli Ingar Dragset, ülkedeki sanatçılara „başkalarıyla bir araya gelmeyi, onlarla bağlılığı yaşamayı, hem de ülke dışındaki sanatçılarla ve uluslararası bir izleyici kitlesiyle entellektüel bir etkileşim sürdürebilmeyi” mümkün kılmak istiyorlardı. İstanbul Bienali şimdilerde -epeyce küçük boyutta da olsa- Münih’te bir devamına kavuşuyor; „a good neighbour_on the move“ sergisini Pinakothek der Moderne müzesinde görmek, 29 Nisan 2018 gününe kadar daha mümkün.
Sanat İstanbul’dan Münih’e nasıl ulaşıyor?
„Birçok kişi İstanbul’a gelecek güveni kendinde bulamazdı” diyor Michael Elmgreen ve ekliyor: „Şimdi hiç olmazsa İstanbul’da gösterilen bazı çalışmalardan bir izlenim edinme olanağına sahipler“. Bu, Pinakothek der Moderne Müzesi çağdaş sanat sorumlusu Bernhart Schwenk’in fikriydi. Elmgreen & Dragset, Pinakothek der Moderne’nin koleksiyonunda uzun zamandan beri kendi yapıtlarıyla temsil ediliyorlar. Üstelik, Bernhart Schwenk daha önceden de Münih’te onlarla bir büyük proje kapsamında birlikte çalışmıştı: İskandinavyalı bu iki sanatçı, 2013 yılında kentteki 17 enstalasyonun ve kamuoyu konulu gösterilerin küratörlüğünü yapmışlardı.
Neler gösteriliyor?
Sekiz ülkeden gelen 12 sanatçıya ait toplam 50 çalışma. Seçilmiş formatlar da çeşitlilik arz ediyor: Türk sanatçı Canan „Exemplary (İbret-i Nüma)“ adlı animasyon filminde -annesi babası tarafından evlendirilerek- bir Doğu Anadolu ilinden İstanbul metropolüne taşınan genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Canan’ın yurttaşı Erkan Özgen „Wonderland (Harikalar Diyarı)“ filminde Suriyeli sağır ve dilsiz mülteci çocuğa, ülkesinde yaşadıklarını kendi üslubuyla anlattırıyor.
Alman sanatçı Olaf Metzel, Akdeniz üzerinden mülteci kaçışına ilişkin gazete kupürlerini büyük bir plastik halinde birleştirmiş. Buna karşın, Amerikalı sanatçı Andrea Joyce Heimer, kendi bireysel çevresini, örneğin „Bored Girls in Painting Class“ı daha yoğun gözlüyor. Böylece bir komşuluğun ne kadar çok katmanlı görülebileceği, kendini gösteriyor.
Bu sanat ne ölçüde siyasi?
Çok siyasi, zarif bir üslupla. Belki de bunu, Burçak Bingöl’ün müzeye yerleştirdiği güvenlik kameraları en isabetli biçimde gösteriyor; kayıt yapmıyorlar ve üsündeki bezemelerle göze hoş geliyorlar. Lakin yine de, güvenlik ve kontrol sorularını getiriyorlar akla: Bir toplum ne derece açık olabilir? Ziyaretçilerin sergiye girerken altından eğilerek geçmek zorunda kaldıkları, Amerikalı sanatçı Stephen G. Rhodes’in „Kalben Hoş Geldiniz!“ pankartı da bu soruyu akla getiriyor.