Ana içeriğe geç

Müziksel bir zaman yolculuğu filmi

Memleket hasreti ve yaşama hissi: Yönetmen Cem Kaya’yla “Aşk, Mark ve Ölüm”ü ve Almanya’daki Türk müzik kültürünü konuştuk.

Röportaj: Canan Topçu, 13.09.2022
Film kahramanı: Yüksel Özkasap, “Köln Bülbülü”
Film kahramanı: Yüksel Özkasap, “Köln Bülbülü” © filmfaust_Film Five

“Aşk, Mark ve Ölüm” daha sinemalarda gösterilmeye başlamadan (Türkiye vizyona giriş tarihi: 23 Eylül 2022, Almanya vizyona giriş tarihi: 29 Eylül 2022) övgüler topladı ve Berlinale’de ödül aldı. Frankonya bölgesindeki Schweinfurt kentinde 1976 yılında doğan yönetmen Cem Kaya’yla Türk misafir işçilerin müzik kültürü, kendi anıları ve filmine gelen ilk izleyici reaksiyonları üzerine konuştuk.

Sayın Kaya “Aşk, Mark ve Ölüm” ile Almanya’daki Türk müzik kültürü üzerine, aslında makale niteliğinde bir film çektiniz. Bu kültür sizi nasıl şekillendirdi?

Misafir işçi kuşağının burada doğan diğer tüm çocukları gibi ben de Türk müziğiyle çevrili bir şekilde büyüdüm diyebilirim. Akşamları “Köln Radyosu”yla, Alman televizyonunda Türkçe olarak yayınlanan “Türkiye Mektubu” programıyla, ayrıca sayısız düğün ve elbette filmler üzerinden müzik sürekli kulaklarımızdaydı. 80’lerin sonuna kadar Almanya’da VHS kaset formatındaki filmlerde müthiş bir patlama yaşanmıştı. Filmlerde de çok fazla şarkı söyleniyordu, hatta Almanya’da Türk müziği kaseti çıkaran bir müzik firması bile vardı.

Yönetmen Cem Kaya: “Yakın zaman tarihini anlatan bir belge”
Yönetmen Cem Kaya: “Yakın zaman tarihini anlatan bir belge” © radioeins

Filminizin verdiği temel mesajlar neler?

Birincisi, buraya misafir işçi olarak gelen insanların da Almanya’da normal bir hayatları olduğu, boş zamanlarının olduğu, dans edip eğlendikleri, bu insanların sadece “işçi arılara” indirgenmemeleri gerektiği. Ne yazık ki kamuoyunda sadece belli bazı imgeler dolaşıyor; örneğin işe alım için yapılan sağlık muayenelerinde sıra bekleyen iç çamaşırlı erkekler ya da fabrikalarda ağır şartlarda çalışan işçiler.

Daha yeni nesil: Hamburg doğumlu Derya Yıldırım
Daha yeni nesil: Hamburg doğumlu Derya Yıldırım © filmfaust_Film Five

Gerek filmde gerekse de film hakkındaki değerlendirmelerin çoğunda, bu, hiç de önemsiz sayılmayacak kesimin müzik kültürünün Alman kamuoyu tarafından görmezden gelinmiş olduğuna değiniliyor. Halbuki bu kesimin kendi eğlence mekanları, büyük salonları dolduran yıldızları vardı. Geçmişte kaçırılmış bir fırsatı sonradan yakalama çabası mı bu?

Beni harekete geçiren şey, kesinlikle bu değildi. Türk pop kültürü ilgimi çeken bir konu. Daha önce iki belgesel çektim: arabesk müziği hakkındaki “Arabesk - Vom Gossensound zum Massenpop” (“Arabesk”) ve Hollywood filmlerinin Türk yeniden çevrimleri hakkındaki “Remake, Remix, Rip-Off” (“Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması”). Bu arada, Almanya’daki göçmen işçilerin müzik kültürü Türkiye’de de pek bilinmiyordu. “Bakın, neler neler kaçırdınız” diyen bir görev bilinciyle hareket etmiyorum. Her şeyden önce bir hikaye anlatmak istedim, misafir işçilerin ve onların çocuklarının müzik kültürünün hikayesini. Şarkılarda vatan hasreti, ağır çalışma koşulları, daha sonra gelen hip-hop şarkılarında da kabul ve tanınmanın eksikliği konu ediliyor. Müzik, gündelik hayatı tasvir ettiğinden ve şarkı sözleri yazıldıkları dönemdeki hayata bakış açısını yansıtıyor olduğundan film, aynı zamanda yakın zaman tarihini anlatan bir belge niteliğinde. Alman tarihini farklı bir perspektiften anlatıyor.

Dieses YouTube-Video kann in einem neuen Tab abgespielt werden

YouTube öffnen

Üçüncü taraf içeriği

İçeriği gömmek için etkinliğiniz hakkında veri toplayabilen YouTube kullanıyoruz. Lütfen ayrıntıları kontrol et ve bu içeriği görmek için hizmeti kabul et.

Rıza formunu aç

Piwik is not available or is blocked. Please check your adblocker settings.

Filmin adının nasıl bir anlamı var?

Filmin adı, yazar Aras Ören’in 1982 yılında Yeni Alman Dalgası müzik akımı gruplarından biri olan “Ideal” grubu için Türkçe olarak yazdığı aynı adlı şiirden geliyor. Grup, “Bi Nuu” albümünde şiiri Türkçe sözleriyle müziğe döktü. Şarkıyı ve şiirin sözlerini çok sevmiştik. Filmimizdeki temaları çok güzel özetliyor.

Peki, “Aşk, Mark ve Ölüm” fikri nasıl ortaya çıktı?

Sanırım, İmran Ayata ve Bülent Kullukçu’nun 2013 yılında yayınladıkları derleme bir albüm olan “Songs of Gastarbeiter” (Misafir İşçi Şarkıları) albümünün önemli bir etkisi oldu diyebilirim. Zira bu albüm, bu müzikle büyüyen kuşak olarak bize bu müziği yeniden hatırlattı ve bizi tanımadığımız sanatçılara yakınlaştırdı. Albümün yayınlanmasını takip eden yıllarda, Alman medyasında Türk misafir işçilerin müziği üzerine, çoğunlukla da dışarıdan bir bakış açısıyla hazırlanan birkaç çalışma yayınlandı. Benim gibi bu müzikle sosyalleşmiş ve bu konuda bir film yapmak isteyen birkaç kişi daha vardı.

Sonrasında da filmi çektiniz ve Berlinale’de Seyirci Ödülü’nü aldınız...

Evet! Daha sonra Prizren’deki Belgesel Filmleri Festivali’nde de seyirci ödülünü aldık. Anlaşılan filmimizle farklı kuşaklardan ve uluslardan pek çok kişiye hitap edebilmeyi başardık. Bu noktada mutlaka belirtmem gereken bir şey var: Filmi ben yönetmiş olabilirim ama asla tek başıma çalışmadım. Senaryoyu Mehmet Akif Büyükatalay ve Ufuk Cam ile birlikte yazdık. Filmi bitirmek beş yıl sürdü. Projemizi finanse etmek için TV kanallarının kapısını çaldık, arte, rbb ve WDR’yi işbirliği ortaklarımız olmaları için ikna edebildik. Bu sayede de kamu yayın kuruluşları arşivlerini karıştırabilme şansımız oldu. Araştırma aşamamız çok yoğun geçti. Düğünleri çeken kameramanlarla konuştuk ve arşivlerini karıştırdık, kişisel arşivlere ulaşmak için doğrudan insanlara ulaştık ve onlar aracılığıyla başka bağlantılar kurduk. En zor şey resimlerin haklarını almaktı. Film bittiğinde Berlin’de, daha çok arkadaş ve tanıdıklardan oluşan ama tanımadığımız kişilerin de yer aldığı bir kitleye bir deneme gösterimi yaptık. Seyirci filmi beğendi.

Sazıyla herkesi büyülemeye devam ediyor: İsmet Topçu
Sazıyla herkesi büyülemeye devam ediyor: İsmet Topçu © filmfaust_Film Five

Aşk, Mark ve Ölüm”ün bu denli tutulmasını nasıl açıklıyorsunuz?

Film insanları duygulandırıyor, derinden etkiliyor. İnsanlarda, derin bir hüzün ve neşe gibi farklı duyguları aynı anda uyandırmayı başarıyor. Aynı zamanda zaman içinde bir yolculuk da olan filmin başardığı bir şey de, kuşaklar arasında bir bağ kurması.

Kuşak demişken… Türk misafir işçisi bir ailenin oğlu olarak 1976 yılında Schweinfurt’da doğdunuz. Genelde Alman Türkleri olarak da anılan ikinci göçmen kuşağına dahilsiniz. Kendinizi özdeşleştirebildiğiniz bir tanım mı bu?

Bu tür tanımlar benim için pek bir şey ifade etmiyor, zira bunlar benim kimliğimi yansıtmıyor. Ben birçok şeyin bir karışımıyım. Evet, aynı anda hem göçmen çocuğu hem de işçi sınıfı çocuğu olmak beni şekillendirdi. Ne ve kim olduğumu, kendimi nasıl hissediyorsam öyle yaşıyorum.

© www.deutschland.de