Ana içeriğe geç

Berlin’de Re:publica

Dijital konferans re:publica 2017 yılında “Love out Loud” sloganıyla internette temel hakları savunurken nefret söylemi içeren yorumlara ve sahte haberlere karşı tavır koyuyor. Konferansın ilk gününden izlenimler.

08.05.2017
© dpa - re:publica

Berlin’de düzenlenen ve Almanya’nın en büyük dijital konferansı olan re:publica, ziyaretçilerine rengarenk bir dünya sunuyor. Bu yalnızca gökkuşağı renkleriyle bezeli bir dünyayı hatırlatan “Love out Loud” sloganından kaynaklanmıyor. Aynı zamanda dijitalleşmenin gelecekte sunacağı çeşitlilik de bu renk cümbüşünün bir parçası. Konferans 3D yazıcılar ve maker hareketinden ziyaretçilerin sanal gerçeklik gözlükleriyle keşfedebileceği sanal dünyalara, yapay zekadan iş yerinde robotlarla ekip çalışmasına ve kişisel veri güvenliğinden otonom sürüşe pek çok alana uzanıyor. Özellikle de bu yılki konferansın ana konuları üzerine ateşli tartışmalar yürütülüyor: Üç gün boyunca Station Berlin’de düzenlenen ve 65 ülkeden 1.180 konuşmacının katıldığı 500’ü aşkın toplantının büyük bölümünde sahte haberler, basın ve iletişim özgürlüğü, dijital temel haklar ve algoritmaların kullanımında açıklık ve şeffaflık üzerine tartışılacak. Kısa süre öncesine kadar Cumhuriyet gazetesinin yayın yönetmenliğini yürüten Can Dündar da “basın özgülüğü uğruna mücadele etmemiz gereken bir ütopya” diyor.

Açılış gününden izlenimler: 

Dijital alanda sosyal cesaret

re:publica’nın kurucularından Tanja Haeusler bu yıl 11. kez düzenlenen konferansın açılışında yaptığı konuşmanın hemen başında “biz yetişkin olmaktan henüz çok uzağız”, diye vurguladı ve dijital konferansın bunca yılın ardından hala genç kalmayı başardığını söyledi. Konferansın organizatörleri sorumluluk almanın yaştan bağımsız olduğunun altını da her fırsatta çiziyorlar. Seçtikleri “Love out Loud” sloganının da dijital alanda bir sosyal cesaret çağrısı olarak görülmesini talep ediyorlar. Bir diğer kurucu olan Johnny Haeusler de “bizim için önemli olan internette şiddetle karşı karşıya kalan insanların yalnız bırakılmaması”, dedi. Berlin Belediye Başkanı Michael Müller ise re:publica için “Almanya’nın dijital başkenti” Berlin’den daha uygun bir yer olamayacağı görüşünde. Berlin kadar özgürlükçülüğü, açıklığı, toleransı, özgürlüğü ve uluslararasılığı temsil eden bir başka Alman kenti daha olmadığını belirten Müller basın ve düşünce özgürlüğünün varlığını kendi başına sürdüremeyeceğini ve bunların “her gün yeniden uğruna mücadele edilmesi gereken” değerler olduğunu dile getirdi.

“Kaynamayı bekleyen bir sudaki kurbağa”

Pek çok uluslararası gazeteci basın özgürlüğünün kısıtlandığı ülkelerde çalışmanın ve yaşamanın güçlüklerini birebir tanıyorlar. Türkiye’den Can Dündar, Macaristan’dan Martón Gergely, Mısır’dan Ramy Raoof ve Polonya’dan Katarzyna Szymielewicz düşünce ve basın özgürlüğü için günbegün sürdürdükleri mücadeleyi etkileyici bir şekilde gözler önüne serdiler. Macaristan’ın muhalif gazetesi “Népszabadság”ın yardımcı genel yayın yönetmeni Márton Gergely “Macar gazetecilerin durumu yavaş yavaş ısıtılarak kaynatılan bir tenceredeki kurbağalardan farksızdı”, diye açıkladı. İnternet aktivisti ve güvenlik araştırmacısı Ramy Raoof da daha çok şeffaflığı savundu. Raoof, izleyicileri Mısır’da tehdit altındaki sivil toplum aktivistlerine yardımcı olmak üzere hükümetlerine sorular yönelterek edindikleri bilgileri internet üzerinden yayınlamaya çağırdı.

Bir oyundan fazlası

İster satrançta, ister siyasette: Her şey doğru stratejiye bağlı. Eski dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov internette hayata geçirilen siyasi amaçlı stratejilerin nasıl büyük bir hızla demokrasiler için tehlikeye dönüşebileceğini anlattı. Putin karşıtı Rus satranç ustası, antidemokratik hükümetler tarafından internet üzerinden gerçekleştirilebilecek manipülasyonlara ve batılı ülkelerde demokratik özgürlük ilkelerinden dönülmesinin tehlikelerine karşı da uyardı.

Bir nezaket deneyi

Blog ve köşe yazarı Sascha Lobo Alman toplumuyla sürtüşmeleriyle ve okurlarına ve dinleyicilerine karşı kaba bir dil kullanmasıyla tanınıyor. Fakat re:publica’nın ilk gününde de bu tavrı bekleyenleri bir sürpriz bekliyordu. Lobo’nun ağzından dinleyicilerine karşı tek bir incitici söz çıkmadı. Sascha Lobo kendisinin de dile getirdiği üzere bu konuda fikrini ya da Kasparov’un tercih edeceği dille stratejisini değiştirmiş. Yaptığı konuşmanın içeriği de bu tavrın bir parçasıydı. Sosyal medya eliyle yaygınlaştırılan fikirler, nefret söylemi ve örneğin mültecilere karşı yapılan nefret yüklü yorumlar ilişkin “dışlama işe yaramıyor” diyen yazar karşı tavır alma  ve “kırmızı çizgi çekme”nin yanı sıra nefret yüklü yorumların yazarlarıyla diyalog arayışının da öneminin altını çizdi. Lobo “tartışmaya dönük diyaloğun bir etki gücü var” dedi ve anayasaya uygun oldukları sürece birbirinden farklı görüşlerin varlığının önemli olduğunu dile getirdi. Böylece Sascha Lobo konuşmasını kendisinden alışılagelmiş tavra kıyasla oldukça yumuşak sözlerle bitirdi: “Şimdi çıkın ve tartışın”.

Gerçek sevgi

“Love out Loud – peki bundan kasıt ne?”, diye sordu Alman Yayıncılar Birliği’nin bu yılki Barış Ödülü’ne layık görülen gazeteci Carolin Emcke deneme tarzındaki sunumunda. re:publica 2017’nin sloganını “nefrete ve özellikle de orta sınıfta kendini gösteren ve utançtan sıyrılabilen bir radikalleşmeye karşı duruş” olarak okuyan Emcke, nefretin toplumda ve (sosyal) medyada nasıl yayıldığını mülteciler hakkında yayınlanan Facebook mesajları ve dedikodular üzerinden örnekledi. Emcke canlı bir tartışma kültürünü, sloganlar yerine gerçek argümanları ve nihayetinde insancıllığı savundu ve re:publica organizatörlerinin kısa ve öz diliyle muazzam bir sevgi çağrısı yaptı.

re:publica goes Europe

re:publica tüm dünyadan pek çok insanı birleştiren ve onları karşılıklı değiş tokuşa yönlendiren bir ağ.  Konferansın kurucuları “re:connecting EUROPE” inisiyatifiyle yaratıcı sektör içinde Avrupa çapında bir ağın kurulması için çalışıyor. Bu amaçla konferans 2016 yılında ilk defa başka bir şehirde daha, Dublin’de gerçekleştirildi. Konferans 2017 yılındaysa İrlanda ve Selanik’i ziyaret edecek. Bu yıl Alman Dışişleri Bakanlığının katkılarıyla Dublin ve Selanik’ten yaratıcı sektörün 17 önemli aktörü Avrupa’daki aktivist, girişimci ve sanatçıları meşgul eden zorluklara karşı ortak çözümler üzerine tartışmak üzere Berlin’deki re:publica’ya katılıyor.

Mercan adaları ve 3D yazıcılar

Bilinmeyen dünyalara dalmak da re:publica’nın ziyaretçilerin sunduğu fırsatlardan biri. Dijital konferans, Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF) ile birlikte 2016/17 Bilim Yılı etkinlikleri çerçevesinde “sub:marine” projesini sunuyor. Konferansın bu bölümü, yaşam alanı olarak denizlere yönelik teknolojilere ve kaynakların sürüdürülebilir kullanımına odaklanıyor. Programın en çarpıcı bölümüyse ziyaretçilerin sanal gerçeklik gözlükleriyle büyüleyici bir mercan adasına dalabilmesi. Her ne kadar buradaki mercanlara dokunmak yasak olmasa da ne yazık ki imkansız. Fab Lab Berlin’in standıysa daha elle tutulur şeyler sunuyor: buradaki 3D yazıcılar çarpıcı bir hızla ardı ardına küçük heykeller ve şık T-shirtler basıyor.

www.deutschland.de