Ana içeriğe geç

Yazınsal İz Sürme

Cihan Acar, Deniz Ohde ve Mely Kıyak’ın yeni kitapları: Türk kökenli Alman yazarlar, kimlik ve aidiyet kavramlarını ele alıyor.

Canan Topçu, 15.10.2020
2020 Alman Kitap Ödülü adaylarından: Deniz Ohde
2020 Alman Kitap Ödülü adaylarından: Deniz Ohde © dpa

Edebi bir kimlik ve aidiyet arayışının ne kadar farklılaşabileceğini 2020 yılında Almanya’da yayımlanan üç kitap çok iyi gösteriyor: Cihan Acar’ın “Hawaii”, Deniz Ohde’nin “Streulicht” ve Mely Kıyak’ın “Frausein” eserleri. Bu kitaplar ayrıca, yabancı olarak görülen ve kendilerini dışlanmış hisseden genç insanlar için hayatın ne kadar zor olabileceğini de gösteriyor. Üç yazar arasındaki ortak bir nokta anne babalarının Türk kökenli olması, tek farkla: Deniz Ohde’nin babası Türkiye’den Almanya’ya göçmüş. Ohde’nin romanının kahramanıysa Alman bir baba ve Türkiye’den Almanya’ya göç eden bir anneye sahip.

Cihan Acar
Cihan Acar © Robin Schimko

Cihan Acar, “Hawaii”: Türkiye’den Almanya’ya geri dönüş ama ruhen yerleşememe

Cihan Acar, eserinde 21 yaşındaki bir Türk-Alman gencinin hikayesini anlatıyor. Kemal, neden olduğu bir otomobil kazası yüzünden Türkiye’deki futbol kariyerini sonlandırmak ve doğup büyüdüğü yer olan Almanya’nın güneyindeki Heilbronn’a dönmek zorunda kalıyor. Burada, eski kız arkadaşı Sina’yla yeniden yakınlaşmaya çalışıyor, fakat yeni bir erkek arkadaşı olan Sina, Kemal’i reddediyor. Kemal, eski dostlarıyla da eskiden sahip olduğu ilişkiyi kuramıyor: onlardan ne kadar uzaklaştığını fark ediyor. Gurur ve namus kavramları Kemal’e bir şey ifade etmiyor, keza genç erkeklerdeki Türk milliyetçiliği ve maçoluk da.

Sıcak bir pazar günü Kemal, Heilbronn’nun gerçekten de Havai olarak anılan bir mahallesinde iki cephe arasında kalıyor. Aşırı sağcılar ile kendilerini “Kanka” olarak adlandıran bir klik arasındaki şiddetli çatışma Kemal’i, olduğu kişi olarak yaşayabileceği bir yer aramaya itiyor.

“Hawaii”, Türk kökenli genç erkekler ve onların “iki dünya arasındaki hayatları” üzerine yazılmış az sayıdaki Alman romanlardan biri. Cihan Acar’ın bir röportajında da belirttiği üzere kitap, ilk romanı olduğundan “ister istemez” pek çok otobiyografik unsur içeriyor. “Hawaii”den önce Acar, biri hip-hop biri de Galatasaray futbol kulübü üzerine iki bilgilendirici kitap yazdı. Bu kitaplar için araştırma yapma imkanını, Alman Haber Ajansı için çalışırken, İstanbul’da yaşadığı dönemde buldu. Yazar, bugün Heilbronn’da yaşıyor.

Deniz Ohde
Deniz Ohde © Heike Steinweg/Suhrkamp

Deniz Ohde, “Streulicht”: Kökenin yükü, geçmişin yükü

Deniz Ohde’nin “Streulicht” eseri de yazarın ilk romanı. Türk bir babayla Alman bir annenin kızı olarak Frankfurt/Main kenti yakınlarında doğup büyümüş olan yazar, roman kahramanıyla kendi kökenlerine doğru bir seyahate çıkıyor.

Romanın ben anlatıcısı, en yakın iki çocukluk arkadaşı Sophia ve Pikka’nın düğünlerine katılmak üzere doğup büyüdüğü yere dönüyor. Anlatıcı, anlık geriye dönüşlerle bir endüstri bölgesi kıyısındaki çocukluğunu, lise yıllarını ve varlıklı bir aileden gelen Sophia’yla olan dostluğunu anlatıyor. Sophia, boş zamanlarını, ben anlatıcı için asla mümkün olmayan faaliyetlerle geçiriyor. Ben anlatıcının babası, endüstri bölgesinde çalışan “basit bir fabrika işçisi”, ayrıca bir alkolik ve şiddet eğilimli biri, annesiyse babasına karşı koyma gücünü kendinde bulamayan bir kadın. Anne, yabancı gibi görülen kızını dışlamalardan korumaya çalışsa da en nihayetinde kızını babasına bırakıp evi terk ediyor.

Ben anlatıcının anımsadığı çocukluk ve gençlik günleri güzel hatırlarla dolu bir dönem değil; ne içinde yaşadığı atmosfer hoş bir atmosfer ne de zihnindeki anılar mutlu anılar. Fakat Deniz Ohde, hem evde hem de okulda yaşanan acı dolu anları büyük bir titizlikle irdeliyor. Kısaca ifade etmek gerekirse, ben anlatıcının gelişimini belirleyen ve eğitiminde tökezlemesine neden olan unsur, etnik kökeninin yanı sıra bir işçi çocuğu olarak sahip olduğu sosyal kökeni oluyor. Her şeye rağmen birkaç denemenin ardından roman kahramanı başarıyor: önce liseyi başarıyla bitiriyor, kısılmışlığı kırıyor ve toplumsal yeri yükseliyor.

Okur olarak, kitaptaki ben anlatıcı ile yazarın aynı kişi olduğuna inanmak istiyoruz. Peki, roman gerçekten ne derece otobiyografik? Deniz Ohde bir röportajında bu soruya, kendinin ben anlatıcısı kadar mutsuz olmadığını söyleyerek cevap veriyor. Yazar ve ben anlatıcı arasındaki ortak noktaysa ikisinin de doğup büyüdüğü yeri terk etmiş olmaları. Ohde, dokuz yıl önce Leipzig’e taşınmış, burada Alman dili ve edebiyatı eğitimi görmüş ve bu kentte kalmış. 32 yaşındaki yazar ilk romanıyla Jürgen Ponto Vakfı Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Cihan Acar’ın “Hawaii” romanıyla birlikte “Streulicht” de 2020 yılının en iyi ilk romanının ödüllendirileceği ZDF-“aspekte” Edebiyat Ödülü’nün finalistler listesinde yer alıyor. Deniz Ohde’nin romanı ayrıca 2020 Alman Kitap Ödülü finalistleri de arasında.

Mely Kiyak
Mely Kiyak © dpa

Mely Kıyak, “Frausein”: Zorlu yollardan geçen özgüven arayışı

Mely Kıyak’ın son romanı bir sosyal ve toplumsal yükselme hikayesi. Cihan Acar ve Deniz Ohde, ilk romanları öncesinde Alman okurları arasında pek tanınmıyorken, Kıyak yıllardır dikkati çeken bir yazar: özgüven dolu, sivri dilli köşe yazarı, güçlü fikir çıkışları ve zarif stiliyle, aralarında düzenli olarak yazdığı Zeit Online’nın da bulunduğu çeşitli yayınlara katkıda bulunuyor. 44 yaşındaki yazar, “Kiyaks Deutschstunde” başlıklı haftalık köşesinde güncel konuları irdeliyor ve çoğu zaman da politikacılara sert bir şekilde çıkışıyor.

Aralarında, 2011 yılında layık görüldüğü gazetecilik alanında Almanya’nın en ünlü ödüllerinden biri olan Theodor-Wolff Ödülü’nün de olduğu çeşitli ödüller almış olan Kıyak’ın “Frausein” eseri, önceki işlerinden oldukça farklı bir çalışma. Başlığının yarattığı izlenimin aksine “Frausein” (Kadınlık) feminist bir romandan ziyade Kıyak’ın kişisel hikayesi: Alman toplumunda bir yer edinmesinin, kadınlığa adım atmasının, kendini bulmasının ve kabul etmesinin hikayesi. Normalde, karşımıza güçlü, bağımsız biri olarak çıkan yazar bize hassas, yaralanmış tarafını gösteriyor. Hiçbir edebiyat türüne uymayan, ince ama içerik açısından zengin bu kitapta okur, kendine güveni olmayan, güven duygusu sarsılmış bir bireyin kendini bulma sürecine eşlik ediyor.

Bugüne kadarki yaşamı hakkında giriştiği düşünme sürecinde, nerdeyse kör olmasına neden olacak olan bir göz hastalığı merkezi bir role sahip. Eser, “Bir gün uyandım ve dünyanın yok olmuş olduğunu gördüm.” cümlesiyle başlıyor. Mely Kıyak eserinde, anne babasının yanından ayrılma sürecini, özgürlük arzusunu ve anne babasının sık sık onu ziyaret etmesinin önüne geçmek amacıyla üniversite eğitimi için kasten evden uzak bir üniversite seçmesinin yol açtığı suçluluk duygularını anlatıyor.

Türkiyeli misafir işçi bir ailenin kızı olarak, Leipzig’deki Alman Edebiyat Enstitüsü’nde okuyan Mely Kıyak için yeni çevresindeki gelenekler ve sosyal kodlar yabancıydı, bağımsızlığa giden yol zorlu bir yol oldu. “Frausein” eserini okuduktan sonra insan, kişinin kim olduğunu bulmasında ve toplumda arzu ettiği yeri edinmesinde, kökenin ne denli etkili bir unsur olduğuna ilişin bir fikir edinebiliyor.

© www.deutschland.de