Ana içeriğe geç

İleri ve yaygın bilimde kalite

Max Planck Topluluğu Başkan Yardımcısı Bill S. Hansson ile mükemmeliyet ve uluslararasılaşma üzerine söyleştik.

19.03.2015
© idw/Anna Schroll - Bill S. Hansson

Sayın Profesör Hansson, dokuz yıl önce araştırmacı olarak kariyerinizin devamı için Almanya’yı tercih etmenizin sebebi neydi?
Bir Max Planck Enstitüsü’nün direktörü olarak araştırma yapmak uluslararası çapta eşsiz bir fırsat. Tüm araştırmacılık kariyeriniz büyük bir güvenle ödüllendiriliyor ve her iki üç yılda bir yeni başvurular yapmak zorunda kalmıyorsunuz. Bu çok zorlu seçilme sürecini başarıyla atlatan herkes her alanda fevkalade araştırmacıların yön verdiği bir bilimsel çevrenin içine girmiş oluyor – bu harikulade bir durum!

Almanya’daki akademik dünya bu mükemmeliyetten nasıl faydalar sağlıyor?
Max Planck Topluluğu karşılıklı ilişkilere çok önem veriyor – üniversitelerde de işbirliğine yönelik büyük bir isteklilikle karşılaşıyoruz. İşbirliği konusundaki en önemli araçlarımızdan biri bugün sayıları 60’ı bulan ve tüm Almanya’ya yayılmış olan araştırma kuruluşlarımız olan International Max Planck Research Schools (IMPRS). Max Planck Ensitüleri ve üniversiteler bu kuruluşlar bünyesinde seçkin Alman bilimcileri ve yaklaşık aynı sayıdaki uluslararası genç bilimciye eğitim veriyor ve onlara mükemmel doktora olanakları sunuyor. IMPRS bünyesindeki bir kontenjan için genellikle 100’e yakın başvuru oluyor. Uluslararası alanda varlığını henüz gösterememiş üniversiteler de bu araştırma okulları (research school) sayesinde görünürlüklerini artırabiliyorlar. Örneğin benim de dışarıdan ders verdiğim Jena’daki Friedrich Schiller Üniversitesi de üç IMPRS’in partneri.

Max Planck Enstitüleri uluslararası tanınırlığa sahip büyük kentler dışındakiler de dahil olmak üzere Almanya’da pek çok üniversiteyle işbirliği halinde. Sizce bu çeşitlilik kurumu güçlü kılan özelliklerinden biri mi?
Almanya herkesin ülkenin her yerinde iyi bir bilimsel öğrenim görebilmesi ilkesini güdüyor. Fakat bu aynı zamanda Almanya’da Harvard ya da Yale gibi üniversite yıldızlarının olmamasının altında yatan sebep. Eğer Max Planck Topluluğu en başarılı enstitüleriyle Shanghai-Ranking’e dahil edilseydi yaklaşık beşinci sıraya yerleşirdi. Biz Rostock’da demografik araştırmalar ya da Bonn’da matematik alanlarında olduğu üzere belli merkezlerde belli araştırma profillerinin ön plana çıkmasına katkıda bulunuyoruz. Max Planck Fellow olarak ya da bir Max Planck Enstitüsü’nün harici üyesi olarak bizimle bağı bulunan öğretim elemanlarıyla yapılan işbirliği de dahil olmak ortak çalışmalar son derece iyi ilerliyor.

Max Planck Topluluğu dışında Alman bilimsel araştırma dünyasının profilini yansıtan diğer örnekler sizce neler?
Almanya’daki bilim dünyası, üniversiteler dışında salt teorik çalışmalardan uygulamaya yönelik araştırmalara uzanan bir yelpazede çalışan araştırma kuruluşlarının her birinin kendi spesifik yetkinlik alanıyla çok özel bir rol oynadığı, farklılıkları gözeten bir yapıya sahip. Federal Yönetim’in mükemmeliyet inisiyatifleri Alman üniversiteleri arasında ön plana çıkan kurumların görünürlüğünü arttırdı. Ben Almanya’nın mükemmeliyet ve yetkinliği dikkate almasını son derece olumlu buluyorum. Yetkinlik, uzmanlık ve sıkı çalışmaya değer veriliyor ve bunlar kararlı bir şekilde destekleniyor. Destek bütçelerinin üst düzey araştırmaların dezavantajına olacak şekilde son derece eşit dağıldığı İskandinav ülkelerine bakınca görüldüğü üzere bu her yerde böyle değil.

Alman araştırma kuruluşları farklı ülkelerden bilimcilerin Almanya’ya gelmelerini kolaylaştırmak için ne gibi değişiklikler yapabilirler?
Bizi de, başka ülkelerden nasıl daha çok bilimciyi Almanya’ya gelmeye ikna edebileceğimiz sorusu meşgul ediyor. Bu bağlamda her ikisi de bilimci olan eşlerin ya da partnerlerin Almanya’da farklı enstitülerde çalışabilecekleri “dual career” seçeneklerini artırmak için çalışıyoruz. Bu konuda da üniversitelerle işbirliği içinde olsak da daha yapılması gereken çok şey var. Ayrıca Almanca da engellerden biri. Öte yandan 2006 yılında Jena’ya geldiğimden bu yana Alman toplumunun değişimden geçtiğini gözlemliyorum. Bu toplum geçtiğimiz yıllarda çok daha uluslararası hale geldi ve İngilizce kullanımı konusunda da ilerleme kaydedildi.

Sizin Almancanız çok iyi. Almanya’ya adaptasyon süreciniz nasıldı?
Son derece iyi. Eşim de zaten 2007 yılından itibaren iki çocuğumuzla birlikte Jena’ya gelip yerleşti. Fakat dil meselesi bizim için de üstesinden gelinmesi gereken bir güçlüktü. Ben Jena’da çalışmaya başladığımda bir kelime bile Almanca bilmiyordum. Max Planck Topluluğu ve Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü bizim yabancılık çekmememiz için ellerinden geleni yaptılar.

Max Planck Enstitüleri’nin başındaki direktörlerin yaklaşık üçte biri Alaman vatandaşı değil; postdoc araştırması yapanlarda ise yabancıların oranı yaklaşık yüzde 86’ya ulaşıyor. Siz buna rağmen 2014 Haziran’ında Max Planck Topluluğu Başkan Yardımcılığına seçildiğinizde uluslararasılaşmayı asli görevlerinizden biri olarak belirlediniz. Ağırlık vermek istediğiniz noktalar neler?
Biz Max Planck Enstitüleri ve Max Planck Centerlar’ın yanısıra partner kuruluşlarımızla dünyanın her yerinde temsil ediliyoruz. Fakat Avrupa’da görünürlüğümüzü daha da arttırabiliriz. Bu sebeple Oxford Üniversitesi, ETH Zürih ya da İsveç’teki Karolinska Enstitüsü gibi Avrupa’nın önde gelen araştırma kuruluşlarıyla ortak çalışmalarımızı daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca “Avrupa ortak araştırma alanı”nın gelişmesi de bizim önem verdiğimiz konulardan biri. Fakat bunun için Doğu Avrupa’daki potansiyelin de değerlendirilmesi lazım. Bu amaçla bölgedeki gelişimi desteklemek ve mükemmeliyet ve kalite kriterlerine çok önem verdiğimiz modelimizi yaygınlaştırmak istiyoruz.

Geleceğe baktığınızda önümüzdeki yıllarda hangi araştırma alanlarının merkezi önem taşıyacağını düşünüyorsunuz?
Sürdürülebilir enerji kullanımı ve iklim değişikliğine ilişkin soruların daha da önem kazanması kaçınılmaz. Ben kendi alanım olan biyolojide moleküler biyolojinin tahakkümünden uzaklaşılarak tüm organizmaya yönelik daha bütünlüklü bir bakışa yönelen bir eğilim görüyorum. Fakat neredeyse tüm araştırma alanlarının karşısındaki en önemli mesele “big data”: Muazzam veri bolluğu içerisinde ihtiyaç duyulan verileri ayıklayacak yöntemler bulmamız şart.

Söyleşi: Johannes Göbel