Ana içeriğe geç

Din ve anlaşmazlık üzerine karşılıklı konuşma

Almanya’da gündelik yaşamda din ve ­anlaşmazlıklar Yaşamlarında dinin önemli bir rol oynadığı dört insan iki saat boyunca birbiriyle konuşuyor; ve sonunda önemli bir sonuç ortaya çıkıyor

26.09.2017
Dört insan, dine dört ­farklı yaklaşım
Dört insan, dine dört ­farklı yaklaşım © Gene Glover

Almanya’da bir dine inanıp ibadet etmek isteyen herkes Almanya’nın anayasası (Temel Yasa) tarafından koruma altındadır. Alman anayasasına göre inanç özgürlüğü dokunulmazdır ve dini pratiklerin uygulanması hakkı güvence altına alınır. Peki bunun gündelik yaşamdaki karşılığı ne? Her ne kadar her zaman gerçek sebebi olmasa da tetikleyicisinin din olduğu pek çok anlaşmazlık ve çatışma var. Bu kimi zaman Almanya’da Paskalya Cuması uygulanan dans yasağı, kimi zaman başörtüsü, kimi zamansa sınıf arkadaşları tarafından dışlanan Yahudi bir genç olarak çıkabiliyor karşımıza. Tüm bu örneklere ilişkin asıl büyük soruysa farklı dinlere mensup inanların nasıl barış ve dostluk içerisinde birlikte yaşayabileceği. Ne yazık ki büyük sorunun büyük cevabını kimse tam olarak bilmiyor. Fakat küçük küçük çoklu cevaplar bulmaya çalışmak gene de mümkün. Bu amaçla Berlin yazının son günlerinde hayatlarında dinin önemli bir rol oynadığı dört insan bir araya geliyor: Eski bir selefi, inançlı bir Müslüman, Antisemitizme Karşı ve Demokrasi İçin Musevi Forumunun bir çalışanı ve dinler arası diyaloğun taşıdığı olanakları ve sınırlarını araştıran bir bilimci.

Büyük bir masa, bolca kahve ve konuşmak için iki saat: İnsanların binlerce yıldır üzerine tartışmayı sürdürdüğü bir konu için oldukça kısıtlı olsa da fikir alışverişinde bulunmak için yeterli. Konuşmanın tarafları hayatlarında ilk defa bir araya geliyor ve birbirlerini hem biraz merak hem de biraz çekinerek süzüyorlar.

Öncelikle dini temelli anlaşmazlıkların nasıl tanımlanabileceğini açıklığa kavuşturmak gerek. Zira bir Hıristiyan ve bir Müslüman, ya da bir Musevi ve bir Budist gündelik bir konuda anlaşmazlığa düştüklerinde genellikle din burada hiçbir rol oynamıyor. ­İnsanlar dinlerinden ötürü güçlüklerle karşı karşıya kaldıklarındaysa işin rengi değişiyor. Geçtiğimiz aylarda Almanya’da oldukça yaralayıcı örneklerle karşı karşıya gelindi: Örneğin mülteci yurtlarındaki Hıristiyan mülteciler sadece inançları yüzünden Müslüman mültecilerin saldırısına uğradı, cami yapılması planlanan yerlere domuz kafaları atıldı ve Berlin’de İsrailli turistler Antisemitist hakaretlere maruz kaldı.

Tartışma grubu içinde ilk bakışta herhangi bir dine mensup olduğu tahmin edilebilen tek kişi Hawa Öruc. 26 yaşındaki Öruc Kürt kökenli bir aileden geliyor ve dört yıl önce tesettüre girmeye karar vermiş. Peki Öruc insanların onun giyiminin bu parçasına tepkili yaklaştıklarını hissediyor mu? Öruc’un bu soruya yanıtı net: “Evet, kesin bir dışlanma hissediyorum. Özellikle de Pegida hareketinin yükselişinden ve AfD’nin 13 eyaletin parlamentosuna girmeyi başarmasından bu yana.” İslam karşıtı Pegida hareketinin taraftarları 2014 yılından bu yana Dresden’de protestolar düzenliyor. AfD ise 2013 yılında kurulan popülist sağ çizgideki bir parti.

İhtilaf konusu: Başörtü

Öruc kısa süre önce trenle seyahat etmiş ve inerken bir adam onu şiddetli bir şekilde itmiş. Öruc bunu, söz konusu adamın başörtüsü yüzünden provoke olmasına yoruyor. Başörtüsü kullanmaya başlamadan önce benzeri bir durumla karşılaşmadığını söyleyen genç kadın toplumda başörtüsü üzerine konuşulma biçiminden ötürü de dışlanmayı hissedebildiğini belirtiyor. “Benim aidiyetimi tanımladığım şeyden bir üniforma olarak söz ediliyor, ama aşağılayıcı bir ­biçimde. Herkes kendini bağlı hissettiği takımın sembollerini taşıma ve her hafta sonu bağırarak, “ben bu üniformayı giyiyorum çünkü bu takımın taraftarıyım çünkü bu benim kararım” diyebiliyor ama bu kimsede olumsuz bir çağrışım yapmıyor.”

Bunun üzerine Dominic Schmitz söze giriyor: “Elbette, çünkü kimse Schalke için kendini havaya uçurmuyor.” Schmitz daha önce Selefiymiş, Almanya’da sayıları yaklaşık 10.000’i bulan Selefilerden biri. FC Schalke 04 Schmitz’in doğduğu bölgeden bir futbol takımı. Kulüp 2009 yılında marşının sözleri dolayısıyla dinle ilişkili bir tartışmaya sahne olmuştu: “Muhammed diye bir peygamber vardı/ Futbol oynamaktan bihaberdi”, sözlerinin yer aldığı marşa dair bir İslam bilimleri uzmanı bu sözlerin İslam düşmanı olmadığı değerlendirmesini yapmış ve “meseleye biraz daha sakince ve mizah anlayışıyla bakma” tavsiyesine bulunmuştu. Dominic Schmitz dini anlaşmazlıkları pek çok farklı cephede tecrübe etmiş biri ve bugün İslamizme karşı şiddetle uyarıda bulunuyor. İnsanlara güvenmemek ve onlar tarafından güvenilmemek uzun yıllar gündelik hayatının bir parçası olmuş ve bunun nedeni onun ve diğerlerinin dinlerini yaşama biçimlerine dayanıyormuş. Artık kendini şöyle tanımlıyor: “Dominic – biraz Hristiyanlık, biraz Müslümanlık, felsefe ve şüphecilik bu insanın birer parçası“.

Okullarda hakaret sözü

Bunun üzerine Schmitz ve Öruc arasında İslamcı vaiz Sven Lau, İslam’ın sanat ve müzikle ilişkisi ve kimi Müslümanların karikatürler gibi konularda fikir özgürlüğüne bakışı üzerine hararetli bir tartışma başlıyor. İslam peygamberi Muhammed’i konu alan karikatürler Müslümanlar ve Müslüman olmayan insanlar arasında sık sık anlaşmazlıkları alevlendiriyor. Kısa sürede Schmitz’in İslam’ın tehlikeler ­barındırdığı görüşü, Öruc’unsa buna katılmadığı tablosu netleşiyor. Her ne kadar birbirleriyle son derece kibarca konuşsa da her ikisinin de konuş­manın hararetine kapılmamak için heyecanını ­dizginlediği belli oluyor. Bu sohbette dahi dini anlaşmazlıkları bir kenara koymanın kolay olmadığı, bunları tartışmanın insanın inanç sisteminin temeline dokunduğu ortaya çıkıveriyor. Söz konusu olan herhangi bir şey değil, bir anlamda her şey. Schmitz Kuran’dan sorunlu olduğunu düşündüğü, fakat Öruc’un daha önce hiç duymadığını dile getirdiği bir alıntı yaptığında konuşma tıkanıyor.

O ana kadar tartışmayı sessizlikle dinleyen Tabea Adler’in, Demokrasi İçin ve Antisemitizme Karşı Yahudi Forumu’nun bir üyesi olarak dini anlaşmazlıklara ilişkin söyleyecek çok sözü var. Adler pek çok ­tartışma ve çatışmanın yalnızca sözde dinle ilişkili olduğuna inanıyor. “Kipa takan birine bu konuda bir soru ya da yorum yönelttiğinde ardında çok farklı nedenler olabiliyor. Burada asıl mesele din üzerine bilgi edinmekten ziyade belli bir kültürel imajın teyit edilmesi.” Adler, “Yahudilerin İsrail’in politikalarından sorumlu tutulması da oldukça sık karşılaşılan bir ­durum“ olduğunu ama bunun aslında mantığa aykırı olduğunu da ekliyor.

Fakat işler daha tatsız bir renk de alabiliyor. Örneğin “Yahudi” sözcüğü günümüzde dahi öğrenciler arasında bir hakaret olarak kullanılıyor. Gerçekte bir Yahudi’nin bu özelliğiyle tanımlanması değil, herhangi bir insana bu şekilde hitap ederek hakaret etme ­durumu söz konusu. “American Jewish Committee” için Berlin’deki okullarda çalışan öğretmenler arasında ­yapılan anket bu hakaret tarzının tenüffüslerde “normalleştiği”ni gösteriyor. Almanya’daki pek çok Yahudi, okullarla sınırlı kalmayan bu gelişmeden ötürü oldukça rahatsız ve tedirgin. Hawa Öruc da “ben aslında gündelik yaşamlarında kipa takmak isteyen ama karşılaşacakları düşmanlıkları bertaraf etmek adına bunu yapmaktan vaz geçen pek çok insan tanıyorum” diyerek bu tespite katılıyor.

Sohbet grubunun bilim adamı Kim David Amon günümüzde gençleri hangi dini anlaşmazlıkların meşgul ettiğini herkesten iyi biliyor. Amon din derslerinde bu konu üzerine nasıl konuşulduğunu inceliyor. Amon’un çalışmalarını yürüttüğü kent olan Hamburg, Almanya genelinde din derslerinin uygulanma biçimi açısından bir istisna, çünkü burada farklı dinlerden öğrenciler hep birlikte aynı din dersini alıyor. Genellikle Müslüman öğrencilerin çoğunlukta ­olduğu sınıflarda az sayıdaki bazı öğrencilerin öne çıkarak “kesinleşmiş fikirlerini sakınmadan ortaya koyduğunu ve dinin ne söylediğini yorumlama hakkını kendilerinde gördüklerini” dile getiren Amon, her ne kadar öğrencilerle yapılan bire bir görüşmelerde farklı görüş ve duruşların varlığı gözlemlense de bunların “genellikle fazla ön plana çıkmadığı”nı ekliyor.

Atölye çalışmaları ve sunumlar

Farklı dinlerden gençler arasında anlaşmazlıkların baş gösterdiği konulardan biri eşcinsellik. Dominic Schmitz Müslüman öğrencilerin genellikle ­eşcinselliğin kötü ve utanılacak bir şey olduğu görüşünü savunduğunu söylüyor. Karşılaştığı örneklerde bu gençler Schmitz’e kendi çocukları eşcinsel olsa onu reddedeceklerini ifade etmiş. Yahudi Forumu’ndan Tabea Adler de bu yaklaşımı tanıyor. Mülteci yurtlarında asli hedef grubunu 14-18 yaş arası gençlerin ve genç yetişkinlerin oluşturduğu atölye çalışmaları yürüten Adler “Eşcinsellik konusunda pek çok genç kendi toplumlarında böyle bir durumun var olmadığını söylüyor” diyor ve şöyle devam ediyor: “Daha sonra konuşma ilerlediğinde biz onlara buna tanık olmadıklarını çünkü kendi ülkelerinde eşcinselliğin yasak olduğunu anlatıyoruz. Ama bir şeyin görünmezliği var olmadığı anlamına gelmiyor. Bu açıklamalarla yeni bakış açılarının oluşması için bir zemin hazırlayabildiğimizi umuyorum.”

Ve en sonunda sohbetin dört üyesi anlaşmazlıkların nasıl çözülebileceği sorusuna geliyor. Schmitz de öğrencilerin yeni düşünce biçimlerine açılmasını sağlamak istiyor ve gençlere şunları söylüyor: “Senin neye inandığın kendi kararındır. Ama eğer oğlun eşcinselse bunu seni ya da Allah’ı kızdırmak için yapmıyor. Onlar da bunun üzerine ‘bu bir sınav. Allah onları sınıyor’ diyorlar. Bense şu cevabı veriyorum: Ama bu adil değil. Kullarını izleyip sonunda ‘eğer bu kulum bana yaranmak için bunları yapıyorsa gerçek bir mümindir’ diyecek bir Tanrı nasıl bir Tanrıdır?“ Schmitz öğrencilerin bu şekilde konu üzerine kafa yormaya başlayacaklarını umuyor. Gençleri bu şekilde anında ikna edebileceğineyse inanmıyor.

Fikir alışverişine ilgi

Amon, öğrencilerin temelde fikir alışverişine ilgili oldukları kanaatinde, dolayısıyla iyimser. Adler de görüştüğü öğrencilerin farklı görüşlere kapalı olmadığını gözlemlemiş. Yahudi Forumundan bir çalışanın Müslüman gençlerle görüşmeye gelmesinin bir sorun yaratıp yaratmadığını sorduğumuzda şu yanıtı alıyoruz: “Şu ana kadar mülteci yurtlarında kati şekilde ve temelden olumsuz bir yaklaşımla karşılaşmadık. Bu konuda daha ziyade yurt çalışanları bazı kaygılar ­güdebiliyor. Kimileri bu durumun yurttaki gençleri provoke edebileceğinden korkuyor. Fakat gençler genellikle doğrudan bana Yahudi olup olmadığım sorusunu yöneltmiyor. Bu daha ziyade bir istisna.” Ayrıca bu sorunun kendisini rahatsız etmeyeceğini belirten Adler “ben bunun son derece meşru bir soru olduğunu düşünüyorum” diyor ve sürdürüyor: “Beni asıl rahatsız eden insanların bu kadar sıkılgan olması ve sanki bu soruyu sormakta yanlış bir şey varmış gibi davranmaları.”

Amon din konusunda fikir alışverişine önem verenlerin yalnızca Müslüman öğrenciler olmadığının altını çiziyor. “Fakat kendini bir dine bağlı hisseden gençlerin çoğu dini konularda ya da bir insan için bu kadar derin ve kişisel konularda konuşabilecek ifade becerisinden yoksun.” Bu konuda diyalog kurabilmek için aşılması gereken bir eşik var; nihayetinde din üzerine tartışabilmek belli bir alışkanlığı gerektiriyor. Bunu sık sık denememiş biri başkalarını kırmamak için ya da köşeye sıkışma korkusuyla geri duruyor. Adler, Schmitz, Öruc ve Amon bu konuda talimli. Onlar birbirlerinin sözünü kesmeden karşıdakini dikkatle dinliyor ve anlatmak istediklerini ayrıntılı bir biçimde açıklıyorlar.

Sohbet için ayrılan süre dolduğunda fotoğrafçı çekim yapıyor. Onun işi bittiğinde sohbetin dört katılımcısı yerlerinde kalıp konuşmayı sürdürüyor. Bazıları iki saatini daha ayırıyor. Görünen o ki en azından herkesin anlaştığı bir konu var: Konuşmak işe yarıyor. 

Kim David Amon
Kim David Amon © Gene Glover

32 yaşındaki Amon, Hamburg Üniversitesi Dünya Dinleri Akademisi’nde çalışıyor. ­Federal Eğitim ve Araştırma ­Bakanlığı (BMBF) için yürütülen “Modern Toplumlarda Din ve ­Diyalog” başlıklı araştırma ­çerçevesinde farklı dinlerden insanların birbirleriyle nasıl ­iletişim kurduklarını inceliyor. Amon’un uzmanlık alanı öğrenci ve öğretmenlerin sınıf ortamında nasıl fikir alışverişinde ­bulunduğu.
awr.uni-hamburg.de

Pek çokları din konusunda nasıl ­konuşacağını bilemiyor
Kim David Amon
Hawa Öruc
Hawa Öruc © Gene Glover

26 yaşındaki Öruc’un katıldığı pek çok gönüllü çalışmadan ­biri de Müslüman gençlere ­yönelik “poetry slam” etkinliği “i,Slam” ve Berlin’deki Kreuzberg Antisemitizmle Mücadele İnisiyatifi. Fizik ve “gömülü ­sistemler” alanlarında ­öğrenimini sürdüren Öruc, Kürt kökenli ve oldum olası inançlı bir Müslüman olmuş. ­Başörtüsü takma kararınıysa dört yıl önce almış.
kiga-berlin.org

Başörtüm üniforma olarak ­niteleniyor
Hawa Öruc
Dominic Schmitz
Dominic Schmitz © Gene Glover

29 yaşındaki Schmitz ­geçmişte Almanya’daki Selefi guruplardan birine üyeymiş. Kuzey Ren-Vestfalya’da doğup büyüyen Schmitz 17 yaşında İslam’ı kabul etmiş. Sven Lau gibi radikal İslamcı vaizlerle birlikte çalışan Schmitz ­İslamcı propaganda videoları çekmiş. Altı yıl bu camiada kaldıktan sonra ayrılmayı ­başarmış. Radikal gruplar ­içindeki anılarını kitaplaştıran Schmitz okullarda öğrencilere deneyimlerini aktarıyor.
bit.ly/2eUwSZf

Gençlere şunu söylüyorum: Kendin ol. Sen ‘sen’ olursan her şeyi yapabilirsin. Ama ­lütfen kimseden senden farklı ­olduğu için ­nefret etme
Dominic Schmitz
Tabea Adler
Tabea Adler © Gene Glover

31 yaşındaki Adler Berlin’deki Demokrasi İçin ve Antisemitizme Karşı Yahudi Forumunda ­çalışıyor. Kuruluş Antisemitist hakaretlere maruz kalan ­insanlara destek ve danışmanlık hizmeti sunuyor. Adler ­mültecilere ve onlarla çalışan görevlilere yönelik bir projede çalışıyor. Projenin hedefi ­ırkçılık ve dini anlaşmazlıklarla nasıl başa çıkılabileceğini ­öğretmek. Tabea Adler inançlı bir Protestan.
jfda.de

Gençler doğrudan bana Yahudi olup olmadığımı sormuyor
Tabea Adler