Yeni bir başlangıç
Almanya’nın pek çok kentinde başarılı dönüşüm projeleri “yeni kent” çehresini belirliyor.

Berlin Duvarı’nın yıkılışının ardından gelen döneme bakıldığında 1990’ların Almanya için yeni “kuruluş dönemi” olduğu görülüyor. Tıpkı 19. Yüzyıl sonlarında olduğu gibi tiyatro ve plastik sanatlar bir anda yaratıcılık patlamasına uğradı, demokrasi ve Avrupa kavramlarının sil baştan öğrenilmesi gerekti, fakat en önemlisi şehir planlamacıları ve mimarlar için bu dönemin öncesinde gelen durgun yıllarda ancak hayalini kurabilecekleri koşullar oluştu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi yalnızca Berlin’de duvarın uzandığı bölgede kent içi devasa boş alanlar oluşmasını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda tüm ülkede hayal gücünün sınırlarını zorlayan projeler geliştirecek kentsel bir cesareti de ortaya çıkardı.
Bu planlama rönesansının büyülü formülünün adı dönüşüm. Bir zamanlar yasak kentler misali çevrelenmişlikleriyle kent merkezlerinde derin yarılmalara yol açan askeri yerleşimler, demir yolları, liman işletmeleri ve sanayiye ait önemli alanlar yeniden birleşmenin ardından dönüşüme dahil olan tüm meslek gruplarını hareketlendirdi. Yapay sınırlardan azade özlü ve canlı bir yeni kenti fikriyle çok büyük tasarımlara girişildi. Stuttgart, Münih ve Frankfurt’ta trenler yeraltına alınacak ve böylece eski demiryolu alanlarında karma kentsel mekanlar inşa edilecekti. Hamburg, Duisburg, Düsseldorf, Köln ve Bremen’deki eski rıhtımlarda büyük liman kentler (HafenCity) planlandı. Ayrıca eski sanayi alanları büyüklüklerine göre kültür merkezlerine, loftlara ya da yeni semtlere dönüştürüldü.
Tıpkı her altın akınında olduğu gibi kentsel dönüşüm akını da kimi çevrelerde düş kırıklıklarına yol açtı. Almanya’nın taviz kültürü, pek çok yerde halkın hassasiyetleri yeterince dikkate alınmadan planlanan kimi mega projelerde uzlaşmayı sağlamaya pek de yetmedi. Etrafında ateşli tartışmaların döndüğü Stuttgart’taki ana tren garı arazisine yönelik kentsel dönüşüm projesi Stuttgart 21, bu somut dönüşüm örneğinin de ötesine geçen belli bir toplumsal hoşnutsuzluk yarattı. Her ne kadar yapılan plebisitte çoğunluk projeye onay verdiyse de pek çok kent sakini şehrin merkezindeki bu büyük yapısal dönüşümü herşeyden önce memleketlerinde bir yitim olarak algıladı.
Fakat bu gibi sert çatışmalar kent için yoğunlaşmaya yönelik makul trendi hiçbir şekilde kesintiye uğratmadı: Berlin Duvarı’nın yıkılışından 25 yıl sonra da Almanya bir kentsel dönüşüm cenneti. Kent içinde dönüşüme uygun değerli alanların kazanılması için tıpkı şu anda Hamburg Altona’da olduğu gibi tren istasyonları ya da Berlin örneğindeki gibi bir havalimanı taşınıyor. Dortmund’da 150 yıllık endüstri tarihini geride bırakmış olan Phoenix Çelik Fabrikası, içinde yapay göl bulunan yeni bir yerleşim merkezine dönüşüyor. Demiryolu trafiğinin yeraltına alınması fahiş maliyetleri dolayısıyla yalnızca Stuttgart’la sınırlı kalsa da Frankfurt ve Münih’in yanısıra pek çok şehirde en azından yük trenleri kentin çevresine yönlendirildi ve bunların yerine sıklıkla Avrupa semti olarak adlandırılan yeni semtler inşa edildi.
Yeni kentsel çekim merkezlerinin yaratılması aynı zamanda 1960’lardan bu yana kent çevresinde gittikçe genişleyen yerleşim halkaları oluşmasına neden olan şehirlerden kaçışı durdurma amacını da taşıyor. Pek çok dönüşüm projesinin vaad ettiği üzere kent merkezinde yerleşimin cazip hale gelmesi, yaşam ve çalışma alanlarının yakınlaşması ve eğitim, kültür ve tüketime yönelik seçeneklerin yoğunluğu bu hareketi yavaş yavaş tersine çevirdi. “Yeşiller içindeki” ikiz müstakil evler genç aileler açısından cazibesini yitirmeye başladı ve kentin sessiz dış mahallerinden sıkılan pek çok yerleşimci kente geri dönmeye başladı.
Yeniden birleşmeden sonra gelen on yıl içerisinde bitirilen ya da büyük ölçüde tamamlanan dönüşüm projelerin ardından uzmanlar ve konuyla ilgili vatandaşlar arasında geleceğe giden doğru yolun temel ilkelerine ilişkin bir tartışma baş gösterdi. Büyük tekdüze blokların hakim olduğu modern kent inşası mevcut kent için gerçekten de anlamlı bir tamamlayıcı mı? Genel olarak yerel tarihi mimari kültürünü baz almayan güncel mimari anlayış ruhsuz mahalleler mi yaratt? Yeni bir kentleşme modeline mi ihtiyacımız var?
Okur mektubu köşelerinde, mimarların açıkladığı manifestolarda ve referndumlarda bu yeni mahalleler üzerine ciddi tartışmalar yürütülüyor. Ve kimi tartışmalı ve özel nitelikte kentsel alanlar için söz konusu olduğunda dönüşüm hedefi, olduğu gibi bırakılması şeklinde de olabiliyor. Eski Berlin Tempelhof Havaalanı arazisinin geleceğine yönelik kısa sıra önce yapılan plebisit kentteki büyük konut ihtiyacına karşın bu alanda hiçbir yapılaşmanın gerçekleşmemesi yönünde sonuçlandı. Bu eski askeri havaalanının yeni işlevi halka açık bir park olacak. 19. Yüzyıl sonundaki ve Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki iki “kuruluş çağı”nın ardından gelen bu üçüncü büyük dönem aynı zamanda tartışma kültürünün kuruluş çağı. Vatandaşlar konuya hakim hale geliyor ve fikirlerinin dinlenmesi ve katılım talebinde bulunuyorlar. Ayrıca pek çok yerel yönetim uluslararası kentin geleceğine yalnızca yatırımcıların karar vermemesi adına yeni ve açık kentsel planlama formatları geliştirmek için uluslararası yapı sergileri düzenliyor. Kısacası boş alanların dönüşümü bu sektörün de dönüşümünü beraberinde getirdi. Almanya’daki birleşme ve dönüşümün 25 yıl sonrasında, sivil toplum kent planlamasında sözünü sakınmıyor: Biz halkız!