Ana içeriğe geç

“İnsani yardım, bizim etik sorumluluğumuz”

Federal Yönetim nezdinde İnsan Hakları Politikası ve İnsani Yardım Temsilcisi Bärbel Kofler ile Alman dış politikasının ilkeleri üzerine söyleştik

11.04.2016
© dpa/Bernd Von Jutrczenka - Bärbel Kofler

Sayın Kofler, içinde bulunduğumuz mülteci krizi insani yardım meselelerinin siyaseti ne kadar zorladığını ve kimi zaman boyunu aştığını çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. İnsani acıları azaltmak için dış politikanın elindeki somut olanaklar neler?

İnsani yardım bizim etik sorumluluğumuzun ve dayanışmanın bize yüklediği bir görev. İnsani yardım konusunda atılacak her adımın ölçüsü, zor durumdaki insanların onurlu ve güvenli bir şekilde hayatta kalabilmeleri için ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmak olmalı. Özellikle de unutulup giden krizler (bkz. S. 31’deki bilgi kutusu) için bu geçerli. Almanya son iki yıldır insani yardım sağlama konusunda dünyada üçüncü en büyük katkıyı yapan ülke. Almanya’ya gelen mültecilerin büyük çoğunluğunun Suriye, Irak ve Afganistan gibi ülkelerden olması tesadüf değil. Bu ülkelerde mülteci krizi öncesinde halihazırda büyük insan hakları ihlalleri vardı. Baskı yoluyla iktidarın korunması, sayısız gizli örgüt vasıtasıyla gözetleme, akıl almaz bir şiddet, işkenceler, keyfi tutuklamalar ve kitlesel katliamlar bunlardan bazıları. Dolayısıyla dış politikamızda ağırlığımızı insan haklarına uyulmasından yana kullanarak kaçış ve göç hareketlerinin ortaya çıkmasını önlemeye katkıda bulunmamız gerek. Tabii bunun sağlanması için sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın desteklenmesi gibi pek çok şeyin daha yapılası da gerekiyor.

Almanya’nın dünya genelinde yürüttüğü insani yardım çalışmalarının temel ilkeleri neler?

Federal Yönetim insani yardımlar konusunda insancıllık, objektiflik, bağımsızlık ve tarafsızlık gibi temel ilkelere saygı duyan, bunları destekleyen ve yeri geldiğinde bunları talep eden güvenilir bir aktör. Ayrıca yönetimini bir STK çatı kuruluşu olan VENRO ve Dışişleri Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttükleri İnsani Yardım Koordinasyon Kurulu’nun üyeleri tarafından oluşturulan “İnsani Yardımın 12 Temel Kuralı” gibi standartlar da insani yardım çalışmalarında temel alınıyor. Dışişleri Bakanlığı proje partnerlerinden bu temel kurallara uymasını talep ediyor.

2016 Mart’ında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na yaptığınız konuşmada tüm dünyada gözlemlenen sivil topluma yönelik baskıları eleştirdiniz. Bu konuyu dile getirmek sizin için neden önemliydi?

Sivil toplum siyasi yönetim, medya ve içinden çıktığı kendi toplumu karşısında önemli bir düzeltici işleve sahip. Mısır, Rusya ve Çin gibi pek çok farklı ülke sivil toplumun hareket alanını çok ciddi şekilde kısıtlıyorlar. Bu ülkelerdeki iktidar sahiplerinin başta ekonomi olmak üzere dünyadaki son gelişmeler karşısında bir tür güvensizlik içine düştüklerini anlayabiliyorum. Fakat karşılarına çıkan sorunları, toplumu karşılarına değil ancak yanlarına alarak çözebilirler ve bunun için de sivil toplumu kesişim noktası olarak kullanmaları gerekir. Benim amacım bu anlayışı yaygınlaştırmak. Bu amaçla yurt dışı gezilerimde ve Berlin’de sivil toplumla ilişkiye geçerek görünürlüklerini arttırmak suretiyle onları desteklemeye çalışıyorum.

Siz İnsan Hakları Politikası ve İnsani Yardım Temsilcisi olarak atanmadan önce SPD’nin Federal Meclis’teki kalkınma politikası sözcülüğü görevini yürütüyordunuz ve bu süreçte sürdürülebilir kalkınmaya yönelik yeni küresel hedeflerin öneminin altını defalarca çizdiniz. Birleşmiş Milletler’in “2030 Ajandası”ndan beklentileriniz neler? 

2030 Ajandasının hedeflerin çıtası gayet yüksek ve bunun için kararlı bir şekilde harekete geçilmesi gerekiyor. Yalnızca gelişmekte olan ve geçiş aşamasındaki ülkelerde değil, Almanya’da da. Yeni sürdürülebilirlik hedefleri haklı olarak evrensellik talebinde bulunuyor. Bu izlenecek politikalar bakımından tam olarak şu anlama geliyor: Mesele yalnızca bizim Almanya’da bir şeyleri başkalarına kıyasla biraz daha iyi yapmamız meselesi değil. İster ticari, isterse ILO’nun belirlediği temel normların uygulanması gibi işçi haklarına ilişkin meseleler olsun, Almanya’da ve dünyanın geri kalanında gerçekleşmesi gereken gelişmeler arasındaki karşılıklı ilişkilerin ve etkilerin daha ciddi şekilde göz önünde bulundurulması ve bu alanlarda gerçek bir ilerleme kaydedilmesi sağlanarak insanlığın kalıcı şekilde yoksulluktan kurtarılması gerekiyor. Özellikle de insan hakları ve insani yardımlar bağlamında, insana yaraşır koşullarda çalışmaya yönelik 8. Madde ve ülkeler ve ülke vatandaşları arasındaki eşitsizliklerin azaltılmasına yönelik 10. Maddedeki hedeflere ulaşılması benim için büyük önem taşıyor. Bu hedefler dünya genelinde gelir dağılımı, yoksullukla mücadele ve iyi çalışma koşullarının oluşturmasına yönelik meseleleri de içeriyor.

Günümüzde insani yardım alanında pek çok zirve gerçekleşiyor; önümüzdeki Mayıs ayında da İstanbul’da ilk Dünya İnsani Yardım Zirvesi gerçekleşecek. Almanya’nın bu uluslararası işbirliğinin somut katkısı nedir?

Almanya insani yardım dünya zirvesine yönelik inisiyatifi başından bu yana destekledi. Örneğin Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz yıl zirveye hazırlık için uzmanlara yönelik iki önemli buluşma organize etti. Almanya insani yardım alanında bir paradigma değişimi için uzun zamandır çalışıyor: Amaç, gerçekleşen afetlere müdahaleye endekslenmeyerek, daha uzun vadeli planlama ve bütçelendirme ile ileriye dönük hareket edilmesini sağlamak. Biz 2011 yılından bu yana “Preparedness İnisiyatifi” çerçevesinde bu soruna yönelik uluslararası yaklaşımın ilerlemesi için aktif şekilde çalıştık ve uluslararası insani yardım kurullarındaki uzun yıllara dayanan çalışmalarımız aracılığıyla bu alandaki tavır değişikliğine aktif şekilde yön veren ülkelerden biri olduk. Berlin’de 2014 yılına gerçekleşen Mülteci Konferansı’nda yapılan uzun vadeli insani yardım finansmanı Almanya tarafından halihazırda hayata geçiriliyor. Yıllara yayılan mali taahhütler insani yardımın daha iyi planlanabilmesini ve dolayısıyla daha verimli şekilde yönetilebilmesini sağlıyor. Almanya, Dünya İnsani Yardım Zirvesi’nin önde gelen konularından biri olarak insani yardım finansmanında öncü bir rol üstleniyor.

Hükümet ekonomi dünyasının da insani yardım alanına dahil edilmesini destekliyor. Bu diyalogdan beklentiniz nedir?

İnsan haklarını dikkate almak için pek çok sebep olduğunu fark eden bir dizi Alman şirketi var. Bu sebeplerden biri de rekabet avantajı. Fakat kimi kuruluşlar hala “Ekonomi ve İnsan Hakları” ulusal eylem planının oluşturulması çerçevesinde devlet tarafından oluşturulacak yönergelerle serbest hareket alanlarının kısıtlanacağı korkusunu taşıyor. Ben bu algının değişmesini istiyorum. Devlet koyduğu kurallarla mevcut durumu netleştiriyor ve bunların uygulamaya geçirilebilmesi için destek sunuyor. Önemli olan herkesin aynı kurallar çerçevesinde hareket edeceği bir nevi “level playing field”ın oluşturulması. Dışişleri Bakanlığı’nın hayata geçirdiği #CSRhumanitär inisiyatifi, insani yardım kuruluşlarıyla özel sektör arasındaki iletişim ve alışverişi desteklemeyi amaçlıyor. İnsani krizlerde aktif bir şekilde çalışıp insani yardım kuruluşlarına bağlı olmayan pek çok aktör de mevcut. İnsani yardım çalışmalarında özel sektörün daha aktif hale gelmesinin sektörün çıkarlarına da hizmet ettiği görülüyor. Bu katılımın yalnızca bir seferlik bağış kampanyalarına katılımla sınırlı kalmayıp uzun vadeli ortaklıklara dönüşmesi inisiyatifin başlıca hedeflerinden. Özellikle de personel ve altyapı gibi spesifik kaynaklara sahip olmaları ticari kuruluşları insani yardım kuruluşları açısından çok değerli partnerler haline getiriyor.

Sizin bugüne kadarki siyasi çalışmalarınızda işçi haklarına ne kadar değer verdiğiniz dikkat çekiyor. Bu konu neden sizin için bu kadar önemli?

Ben başta lise mezunu olmamama rağmen doktoraya uzanan eğitim olanaklarından faydalanma şansına sahip oldum. Fakat yetenek ve çalışkanlık tek başına her şeyi olanaklı kılmıyor. Bunu isterseniz Bangladeş’te ayda 20 Avro kazanan ve iş güvencesi olmamasının yanısıra iş kazası ve işverenin olası tacizlerinden endişe ederek yaşamak zorunda kalan bir tekstil işçisine de sorabilirsiniz. Bir insan eğer bütün zamanını ve gücünü sadece hayatta kalabilmek için kullanıyorsa en iyi eğitim olanakları dahi anlamını yitirecektir. İşçilerin aldıkları ücretler yalnızca zar zor ayakta kalmaya yetecek düzeydeyse siyasetin insanlara kişisel gelişimleri için hareket alanı tanımak üzere devreye girmesi gerekiyor. Benim için adil toplum herkesin becerilerini ve çalışma arzusunu adil koşullar altında hayata geçirebildiği bir toplum demek. Bunun gerçekleşebilmesi için de işçi haklarının korunması ve hayata geçirilmesi gerekiyor.